"Arnavut kaldırımı yokuşu yavaş yavaş çıkıyordu.Nefesi genç olduğu zamanlarda yahu niye duruyorsun hızından çok azaldığını, dursa yeniden yürüyemeyecek seviyesine geldiğini fark edebiliyordu.Elinde filesi yokuşu yinede yarılamış az bir şey kalmıştı tepeye.
Az bir şey dediği yolun öteki yarısıydı ama yarısı
dese bitmezdi.
Az bir şey dediği yolun öteki yarısıydı ama yarısı
dese bitmezdi.
Biter diyemezdi, o yüzden az kaldı diyordu, neredeyse bitti. Göğsü az yer varmış ta açılın biraz yer verin yol verin bakayım biraz aralanı verin diye bütün kemiklerine emirler yağdıran büyük bir hırıltıdaydı.
Öyle ediverseler biraz aralanı verseler ne olurdu kemikleri. Durdu.
Biraz yalanı yakalanmıştı, az kalmamıştı. Ama şimdilerde yarıyı epey geçmişti. Biraz nefeslenip hemencecik bitirirdi nasıl olsa."
Ninesi böyle bir nefes alış sırasında çıkrıkçılar yokuşunun başında kaybettiğini anlatırdı dedesini kadının. Soluğu yetmemiş oracıkta kıvrıldığını gören esnaf koşuşturmuş son bir yudum suyunu da onlar yetiştirmişlerdi. Kadın akşam olurken neden bunu anımsadı anlamadı. Kalktı, akşam olmuş ortalık kararmıştı, ışığı yaktı.
Arnavut kaldırımı, aklına nereden geldiyse. Ninesi anlatınca bilmezdi nedir Arnavut kaldırımı. Arnavutlara ait bir yer zannederdi. Epey de öyle bilmişti.
Yorumlar
Yorum Gönder